Pages - Menu

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Alaska'nın Peşinde - John Green

Miles Halter, ünlülerin son sözlerine bayılan sıradan bir gençtir. Evindeki güvenli hayata katlanamadığından François Rabelais'nin ölmeden hemen önce "Büyük Belki" olarak betimlediği bilinmezin ne olduğunu bulabilmek için yatılı okula yazılır. Onu Culver Creek Lisesi'nde, aralarında Alaska Young da olmak üzere pek çok şey beklemektedir. Zeki, komik, son derece seksi ama bir o kadar perişan halde olan Alaska, Miles'ı kendi labirentine sürükleyecek ve "Büyük Belki" arayışında ona yol gösterecektir. Michael L. Printz Ödülü'ne layık görülen Alaska'nın Peşinde, bir hayatın başka bir hayat üstünde ne kadar kalıcı izler bırakabildiğini muhteşem bir dille anlatıyor.








John Green’i keşfetmeye devam ediyorum. İlk kitabım “İlk Aşk” olmuştu. Geçen hafta bloğa yazmıştım. Okumak isteyenler için: *tıklayınız* Keşif devam ediyor, ikinci kitabım: Alaska’nın Peşinde. Bu kitabı spoiler vermeden nasıl anlatacağımı bilmiyorum, zor olacak. Bir yerden başlayalım, merak etmeyin spoiler olmayacak.
Yazıya geçmeden önce kitabın tıpkı Aynı Yıldızın Altında gibi film olacağını haber vermek isterim. Şimdiden film için kitabın yayın hakları alınmış. Fanlar kendi çapınca oyuncu seçip afiş bile hazırlamış :)

Kitap, Miles karakterinin yatılı liseye gitmeye karar vermesiyle başlıyor. Ünlü isimlerin ölmeden önceki son sözlerini ezberlemeye/okumaya meraklı olan Miles, bir şairin ölmeden hemen önce söylediği “Büyük belki”yi bulmak için yatılı okul olan Culver Creek okuluna gitmeye karar verir.

Miles, oda arkadaşı olan Chip nam-ı diğer Albay ile tanışır önce. Sonra Albay’ın sigara kaynağı olan Alaska Young ile tanışır ki Miles, Alaska’yı gördüğü an ondan etkilenir. Alaska deli dolu, eğlenceli ve erkek paradigmasını yıkmak isteyen feminist bir kızdır. Daha sonra ise Takumi ve Lara ile tanışarak küçük bir arkadaş grubu oluşturur, Miles. 


Fanlar tarafından yapılmış bir çizim, kitabın özeti diyebiliriz.
Foto-kaynak


Arkadaş edindikten sonra Miles için Culver Creek unutulmaz anlarla dolu bir yolculuk olur adeta. Hayatı boyunca yapmadığı şeyleri, yaşamadığı ilkleri bu okulda bu arkadaş grubuyla yaşar. Yaşadığı ilkler hayatının en eğlenceli dönemine denk geliyor aynı zamanda. İlk sarhoşluğunu, ilk öpüşmesini, ilk aşkını, ilk hayat tecrübesini ve olay lisede geçince üstüne bir de yatılı okul olunca eğlenceli eşek şakaları da yaşanan ilklerden olabiliyor..

Kitap geriye doğru bir gün sayımı ile başlıyor ve yarısına kadar sürüyor bu sayım. Her bölüm başlığı bir iki diye değil de bilmem kaç gün gün önce diye başlıyor. İlk başta  pek önemsemiyorsunuz ama günler azaldıkça geri sayımın nereye varacağını çok merak eder bir hale geliyorsunuz. Geriye sayımın sonunda nihayet o gün geldiğinde açıkçası beklemediğim bir şeyle karşılaştım. Öylece kalakaldım diyebilirim. Üstelik olayla ilgili minik ipuçları olduğunu görüyorsunuz daha sonrasında fakat yine de şaşırtıyor insanı. Kitap o noktadan sonra geriye sayımı bitiriyor.




John Green yine çok güzel karakterler çıkarmış. Albay’ın maç sırasında rakip oyuncuları kızdırma huyu ve bu huyundan edindiği rekor çok eğlenceliydi. Takumi’nin dedektifçilik oynaması, Alaska ve Albay’ın intikam şakaları.. Hepsi kitabı eğlenceli yapan unsurlardı. Dünya dinleri öğretmeni olan ve İhtiyar Adam diye bahsedilen hocanın derslerini çok sevdim, o satırlarda bilmediğim şeyler okudum. Aynı şekilde Miles’ın araya serpiştirdiği “son sözler” de çok güzeldi. Ama en çok Labirent konusunu sevdim. “Acılar labirentinden nasıl çıkacağız?” sorusu uzunca zaman aklımda kalacak sanırım ve pek tabii Generalin Labirenti kitabı okuma listeme eklendi bile.

Kitabın sonundan da birkaç kelam etmek gerekirse eğer, kesinlikle güzel bir finaldi. Sondaki o yazı çok hoşuma gitti.

Bir John Green keşfinin daha sonuna geldik. Bir sonraki kitabım: Kağıttan Kentler olacak.  

9 Temmuz 2014 Çarşamba

İlk Aşk - John Green

Konu ilişkiler oldu mu, Colin Singleton'ın tipi Katherine isimli kızlar… Ve konu Katherine isimli kızlar oldu mu, Colin her seferinde terk ediliyor. Tam sayı vermek gerekirse, on dokuz kere. Bir yol macerasına atılan, evden kilometrelerce uzaktaki bu anagram âşığı, hali harap, üstün zekâlı gencin cebinde on bin dolar, peşinde kana susamış bir yaban domuzu ve hemen yanında televizyon bağımlısı, şişman dostu vardır… Ama bir tane bile Katherine yoktur. Yarattığı formülle tüm romantik ilişkilerin geleceğini hesaplamayı uman Colin, Katherine Öngörülebilirliği Teoremi'ni ispatlamak için debelenmekte, tüm Terk Edilenler'in öcünü almanın ve sonunda kızı kapmanın peşindedir. 





Herkesin bayıldığı yazarı keşfe çıkma yolunda okuduğum ilk JG kitabı “İlk Aşk” oldu. Kitabın konusu, ilginç eğlenceli bir içerik vaat ediyor okuyucuya. Kahramanımız üstün zekâlı Colin.

Colin’in tam 19 adet Katherine adlı kız tarafından terk edilen ve bunun üzerine ilişkilerde hangi tarafın terk edeceğini (veya terk edileceğini) öngören bir teorem oluşturmaya karar verir.

Bugüne kadar çıktığı tüm kızların adının Katherine olması ise sadece tesadüf, bilinçli olarak özellikle Katherine’lerin peşinden koşmuş değil ama hal böyle olunca oturup da istatistik veya teorem geliştirmemek elde değil. Ben bile okurken oturup şöyle bir analiz yapmak istedim :))

19. Katherine tarafından terk edildiği gün üstün zekâlı kahramanımız bunalıma girer. İçine düştüğü bu aşk acısından çıkartacak yakın arkadaş Hasan ise anında olaya müdahale eder: Birlikte uzun yola çıkmaya karar verirler. Macera dolu bir tur anlayacağınız!

Uzun yol maceraları Arşidük Franz Ferdinand’ın mezar tabelasını gördükleri noktada sabitlik kazanıyor. Çünkü ikilimiz burada mezarlığı gezdiren tur rehberi Lindsey Lee Wells ile tanışır ve orada kalmaya, çalışmaya başlarlar.




Bundan sonrası ise bir yandan Ceolin’in teoremi diğer yandan yaptıkları çok tatlı iş ve Hasan-Lindsey-Colin üçlüsünün keyifli sahneleriyle devam ediyor. Hasan karakterini çok sevdim, Colin’den daha çok hem de! İnanılmaz eğlenceli bir karakter çıkarmış John Green. Müslüman olan Hasan’ın Colin’e Kafir diye seslenmesine elimde olmadan hep güldüm :))

Hasan ve Colin macera yaşamak için çıktıkları bu yolda kesinlikle hayatlarına yön verecek şeyler buldu. Lindsey dışında daha birçok karakter var kitapta, mesela ÖC (Açılımını söylemeyeceğim, okurken öğrenin:) ) Jogn Green’in çok eğlenceli bir adam olduğunu düşünüyorum, kitabın dip notları bile komikti. Colin sayesinde genel kültürümüz bir parça daha artmış oldu. Hem siz Birinci dünya savaşının başlamasına sebep olan adamı biliyor musunuz? Colin ve okuyucular biliyor! Tüm bu sıkıcı bilgileri Colin –dolayısıyla John Green- sayesinde (ve Hasan’ın komik yorumlarını unutmamak lazım) gayet eğlenceli satırlarla öğrenmiş olduk :)

Kısacası eğlenceli bir başlangıç yaptım John Green dünyasına. Teoremin bitip bitmediği, Colin’in aşk hayatının nasıl bir sonuca ulaştığını öğrenmek istiyorsanız bu kitabı kaçırmayın derim.

Colin’in bir diğer özelliği olan anagram yapma yeteneğinden bahsetmemek çevirmene hakaret olur. Colin’in yaptığı anagramları çok şahane bir şekilde Türkçeye çevirmiş çevirmenimiz. Her seferinde çevirmen için ‘Ne kadar harika bir iş çıkarmış’ diye düşünmekten kendimi alamadım. Emeğinin her damlasına sağlık sıhhat diliyorum :)

John Green dünyasında gezinmeye devam. İkinci JG kitabım, Alaska’nın Peşinde olacak. Duyumlarıma göre oldukça eğlenceli ve romantikmiş. Hadi bakalım!  



28 Haziran 2014 Cumartesi

TANRIÇA’NIN SAVAŞI (TANRIÇA #2)



Kate Winters ölümsüzlüğü hak etti.
Ama hayatını Ölüler Diyarı'nda, Henry ile birlikte geçirmek istiyorsa bunun uğruna savaşması gerekecek.
Bütün olanlar içerisinde, ölümsüzlüğü kazanmak en kolayı olmuştu. Kate, artık Ölüler Diyarı Kraliçesi olarak taç giymek üzere olmasına rağmen, kendisini her zamankinden çok daha yalnız hissetmektedir. Ölüler Diyarı'nın hükümdarı olan Henry'ye karşı duyduğu sevgi günden güne büyürken, Henry ona karşı gittikçe mesafeli ve gizemli davranmaya başlamıştır. Kate'in taç giyme töreninin tam ortasında, evrende kendisini öldürebilecek kadar güçlü olan tek varlık tarafından alıkonur: Titanların Kralı, Kronos.
Diğer tanrılar her birinin sonunu getirebilecek olan savaşa hazırlanırken Henry'nin Tartarus'dan kurtuluşu yalnızca Kate'in elindedir. Ama Ölüler Diyarı'nın sonsuz mağaraları içinde yolunu bulabilmesi için, geleceğini tehdit eden tek kişiden yardım talep etmelidir. Henry'nin ilk karısı, Persephone. 

Ya ölümsüzlük ebedi değilse?


Kate ve Henry ile sizi şu yazıda tanıştırmıştık serinin diğer kitaplarını okumak benim için araya farklı kitaplar girdiği için biraz uzun sürdü. Oysa büyük bir heyecanla ikinci kitabı okumayı istiyordum. Yazarın sakin bir şekilde başlayıp sonlara doğru heyecan dozunu arttıran bir tarzı olduğunu seriyi okuyan herkes kabul etmiştir diye düşünüyorum. Tanrıça’nın Savaşı’nda da yazar ablamız sağ olsun aynı tarzı benimsemiş.

İlk kitabın sonunda hatırlarsanız Kate bütün testleri geçmiş ve anlaşma üzerine senenin yarısını özgürce yeryüzünde geçirmişti. Bu kitapta Kate, tatil sonunda saraya döner; büyük bir heyecan ve Henry’e olan özlemiyle, fakat gelir gelmez tam bir sorunlar yumağının ortasına düşer. Kitap aslında şimdi yazarken fark ediyorum biraz hareketli geçmiş. Persophone bile sadece ismen değil cismani olarak karşımıza çıkıp selam etti hepimize. İstemeden de olsa ortalığı karıştırdı biraz..

Kate daha biricik kocası Henry ile hasret gideremeden Kronos diye bir canlının varlığından haberdar olur. Meğersem bizim tanrıları öldürebilecek bir güç varmış; titanların kralı Kronos! Kronos efendi Henry ve diğerlerini tutsağı yapınca Kate onları kurtarmak için maalesef tek rakibi olan nam-ı diğer Henry’nin hala kalbinin derinliklerine hükmeden kişiden, Persephone’den yardım istemek zorunda kalır. Her sahneleri güzeldi ikilinin.

Kronos kitaba hareket sağlayan bir karakter oldu. Herkese karşı saldırı içindeyken Kate’e karşı özel bir ilgi duyması işleri daha da karmaşıklaştırdı. Kitap boyunca Kronos’un Kate’e gösterdiği ayrıcalıklı davranışı görüyoruz. Bu ilgi sayesinde Kate’in, Henry kurtarma şansı nedir sizce?

Savaş-aksiyon sahnelerini es geçelim şimdi, Kronos karakterinin varlığından ötürü pek çok kez savaşmak zorunda kaldılar. Kate zavallı süründü resmen Persepone’den ötürü. Yazık kızcağız Henry’nin aşkına hala tam anlamıyla kavuşamamışken bir de kızkardeşiyle yüzleşmesi, Henry ve Persephone’nin aynı kare içinde olması can sıkıcıydı. İlk kitabın sakinliğine nazaran bu kitap biraz daha hareketli ve temposu yüksekti. Persepone’nin varlığı, Kate ve Henry’i ister istemez bir yüzleşme içerisine soktu. İşleri yoluna sokup sokmadıkları ise son kitapta.

Sırada son kitap var onu da birkaç güne okuyup yazarım sanıyorum :)

Puanım 5 üzerinden 4




25 Eylül 2013 Çarşamba

Heidi Betts - Kördüğüm



Heidi Betts - kördüğüm

Kördüğüm.

İsim size nasıl bir hikâye çağrıştırıyor bilmem ama ben bol entrikalı aynı zamanda romantik komedi tadında bir hikâye bekliyordum, beklediğim buldum mu peki? Maalesef hayır.

Herkesin yüksek puanlar vermesi sonucu oluşan beklentim kitabı okumaya başladıktan sonra fos diye söndü. Kitap iki rakip gazetecinin haftalık köşe yazılarında birbirlerine olan kişisel gıcıklıklarını çeşitli –komik- iddialarla yazılarına taşımasından dolayısıyla birbirlerine meydan okumasından oluşuyor.

Bir sebepten ötürü birbirine düşman olan bu iki gazeteci karşı cinslerden olunca aşk kaçınılmaz olur değil mi? Oluyor da. Gerisini anlatmayacağım çünkü okuyucuya bir şeyler kalsın istiyorum. 

Çok uzun yıllar önce bir beyaz dizi okumuştum. Detayları hatırlamıyorum fakat yine rekabetten doğan bir aşk vardı hikâyede. İki şirket yöneticisi olan çiftimiz saçma sapan komik ve ima dolu hediyeler yollayarak ortalığı kızıştırıyordu :)) Mesela birinde adam kadına bir kıyafet yolluyordu sanırım böyle açık seçik seksi bir şey kadın n’apıyordu dersiniz? O kıyafeti giyip fotoğraf çektirip kocaman afiş haline getirtip şirketin dışına asıyordu! :)))))

Kördüğüm’de de beklerdim ki kadınla adamın arasındaki meydan okumalar daha çok anlatılsın komik şeyler çıksın… Sadece son iddia ve iddiayla gelen aşkı işlemiş yazar. Kitapta sevdiğim şeylerden biri örgü kulübü ve haftada bir gece barda toplanıp eğlenmeleri. Bunu gelenekselleştirmiş olmaları çok hoşuma gitti.

Kitap aynı zamanda bir serinin ilk kitabı oluyormuş, bittikten sonra öğrendim. Kadın ve erkeğin her hafta barda toplandığı grubun üyelerinin hikâyeleri de diğer kitaplarda anlatılıyormuş. Mesela çocuğu olmadığı için ayrılan bir çift vardı onların hikâyesini merak ediyorum. 

Yazarın bu kitabını beğenmemiş olabilirim fakat diğer kitaplarını okumayı düşünüyorum. İlla ki sevdiğim bir şey yazmıştır di’mi?

5 üzerinden 2 puan veriyorum bu kitaba. 




Dylan Stone, Cleveland Herald gazetesindeki, Veronica Chasenın da başvurduğu işe kabul edilince iki gazeteci arasında amansız bir rekabet, köşe yazıları aracılığıyla sürdürdükleri bir savaş başlar. Birbirlerine bungee jumping veya rafting yapmak, dövme yaptırmak gibi konularda meydan okurlar, ilk pes eden yenilmiş sayılacaktır. Ama Veronicanın son numarası, Dylanı belki de hayatının en zor işiyle karşı karşıya getirir. Victoria Dylanın örgü örmeyi öğrenemeyeceğini iddia eder.

Dylan babaannesinin bile yapabildiği bir şeyin kendisini korkutmasına izin verecek değildir. Bir atkı örecek, Veronicanın her hafta toplanan örgü grubuna katılacak kadar cesurdur. Ancak insanın sinirine dokunacak kadar yakışıklı bir erkek olan Dylan örgü grubuna gelip bütün kadınları büyüleyince Veronica kendini çetrefilli bir düğümün içinde bulur ve bu düğüm aşka çok benzemektedir.

Öfkeleri sonsuza dek sürecek miydi?

Yoksa aşk, her düğümü çözecek kadar güçlü müydü?


15 Eylül 2013 Pazar

Dublin Caddesi - Samantha Young

Aslında çok ilginç bir hikaye yok ortada, biraz ilişkiler üzerinde yoğunlaşılmış. Ailesini kaza sonucunu kaybetmiş sorunlu kızımız Joss, yeni bir ev arkadaşı ediniyor. Yeni ev arkadaşı Ellie ve ağabeyi Braden sayesinde hayatı ve en çok da kendisi değişiyor. Peki bu değişimden ne kadar memnun? İşte onu da kitabın sayfalarını çevirdikçe öğreniyoruz. +18 olduğunu belirtmeden de geçmeyeyim.

Çok akıcı bir kitaptı, keyifle okudum. Hikaye boyunca Braden’in ters köşeleri beni öldürüdü, açıkçası onlar olmazsa pek de bir heyecanı kalmazdı sanırım. Hikayeyi sürükleyen diğer öğe de, Ellie ve  -Braden'ın arkadaşı- Adam’ın arasında geçen diyaloglar oldu. Neyse ki yazarımız geçmişlerini anlatan  " Until Fountain Bridge" adlı kitabı yayınlamış. O kitapta da Ellie’nin günlükleri yer alıyor.

Bu da benim kaleden çektiğim fotoğraf


Dublin Caddesi'nın bir artısı Edinburgh caddelerinden bahsediyor oluşuydu. Doyamadığım şehrin mimarisini gözümde canlandırmak büyük keyifti -Edinburgh Festivali, İskoçya'nın dondurucu soğuğu, Erkeklerin giydiği kiltler ve Edinburgh'un gece hayatı... Gezimde Edinburgh’ya aşık olmuştum. Bir de karakterin ağzından okumak bambaşkaydı  benim için…

Puanım  4



Dublin Caddesi

Joss geçmişte yaşadığı acıları bir kutuya kilitleyip her şeyi unutmak için Amerikadan iskoçyaya yerleşmişti ve şimdi yeni bir ev arıyordu.
Bulduğu ev Dublin Caddesindeki havalı binalardan birindeydi.
Yolda bir adamla karşılaştı.
Takım elbiseli, bronz tenli, çıldırtıcı İskoç aksanlı, maço tavırlı, seksi bakışlı Bradenla.
Joss, Bradenın her zaman kolunda taşıdığı Barbşe kılıklı kızlardan biri değildi, olmaya da hiç niyeti yoktu.

Ama insan arzularına nereye kadar gem vurabilir?
Kalbiniz başka, beyniniz başka şey söylüyorsa, hangisinin sözünü dinlesiniz?

Trajedi. Seks. Tutku. Kahkaha. Kıskançlık.

#1

New York Times Bestseller
The Wall Street Journal Bestseller
Amazon Bestseller
USA Today Bestseller

Ve 30 ülkede milyonlarca okuyucuya ulaşmış, son yılların en çok konuşulan aşk hikayesi.
(Tanıtım Bülteninden)



Sayfa Sayısı: 364

Baskı Yılı: 2013


Dili: Türkçe
Yayınevi: DEX

15 Temmuz 2013 Pazartesi

Jennifer L. Armentrout - Obsidiyen


Okudum okudum! Sonunda bir kitabı bitirdim! Yazamadığım süre boyunca inanın hiç kitap okuyamadım. Cambridge'in güzel havası beni öylesine mest etti ki, her günümü değerlendirmeye çalıştım, inanın gecelere kadar parktan dışarı çıkmadım. Neyse ki ramazanın gelmesiyle içkiyi kestim. Hoş içmesem bile hiçbir yerden de eksik kalmıyorum, o da bir gerçek. Uzun aradan sonra okumak için seçtiğim kitap Lux serisinden Obsidiyen oldu. Yazarın melez serisini çok sevdiğimden, kalemine güveniyordum ve beklentilerim beni yanıltmadı. Harika bir kitaptı, gerçi diğer kitaplarında olduğu gibi yaş ortalaması bunda da küçüktü ama ben hayal gücümle onu bir 25-26 yapmayı başardım. Kitap kahramanlarını çok sevdim, hele de kızı (normalde kız karakterleri biraz itici bulurum da) erkek karakter de tam onun zıttı, bir sinir bozucu ki anlatamam. Yani gel-git karakteriyle beni kendine bağlamadı da değil ama kızın dediği gibi tam öküz. İkisinin arasındaki elektriklenme kitabın her sayfasında hissediliyordu ki bu da zaten benim aşk kitabında en çok istediğim şey. Çabucak biten ikinci kitabı merak ettiren tatlı mı tatlı genç yetişkin kitabını size şiddetle tavsiye ediyorum. Daha fazla detay verip de heyecanı kaçırmak istemiyorum çünkü ben kitap konusunu okumadan başladım belki de bu yüzden büyük keyif aldım.
Lux 1 -Obsidiyen

Her şeye yeniden başlamak çok berbat.
Annemle birlikte Batı Virginiaya taşındığımızda, kendimi sıkıcı işlere adamıştım, ta ki tüyler ürpertici yeşil gözleri ve kaslı vücuduyla yan komşumuz karşımda dikilene kadar.
Ama işler tahmin ettiğiniz gibi gitmedi.
O, ağzını açtı.
Daemon hem kabaydı hem de kendini beğenmiş bir pislikti.
Birbirimizden hoşlanmamıştık. Tam hikâye burada bitiyordu ki bir kazaya uğradım ve Daemon zamanı dondurarak beni kurtardı.
Yakışıklı uzaylı komşum üzerimde bir iz bırakmıştı.
Yanlış okumadınız. O, bir uzaylı. Daemon ve kız kardeşinin yeteneklerini çalmak isteyen düşmanları vardı ve Daemonın bıraktığı iz bütün düşmanları başıma toplamıştı.
Bu korkunç durumdan canlı kurtulmak içinse tek yapmam gereken üzerimdeki uzaylı izi etkisini yitirene kadar
Daemonın yanından ayrılmamaktı.

7 Mayıs 2013 Salı

Elle Jasper - Cehennem Taşı





Bu kitabı esas kız için bile okurdum. Riley Poe okuduğum en güçlü kadın karakterdi. Hayatı boyunca hemen her rezilliği yaşamış, ergenlik ve asilik döneminde bulaşmadığı pislik, çirkinlik kalmamış. Sonra bilge bir adam olan komşusu, onu, o kötü hayattan alıp doğru yola sokmuş. Riley, lafı ağzında, hiç kimseye eyvallahı olmayan kendine yeten güçlü delikanlı gibi bir kız. Erkek karakterimiz Eligius ise eşit derecede güçlü ve sözünü geçirmek konusunda fazlasıyla etkili bir karakter.

Kitabın olayı kısa şöyle: Riley Poe, kardeşiyle birlikte yaşayan sorumluluk sahibi bir abladır. Bir gün ergen kardeşi bir hata yapar ve vampir kanı nüfuz eder vücuduna. O günden itibaren tuhaflaşır ta ki Riley kardeşinin vampire dönüşmek üzere olduğunu anlayana kadar. Bu noktada Riley’i kötü yaşamdan uzaklaştıran bilge adam devreye girer ve Riley olmadığını sandığı vampirlerin var olduğunu öğrenir. Bir çeşit vampir anlaşması yapıldığından bölgede yaşayan bir vampir ailenin yardımıyla kardeşini ve arkadaşlarını kurtarmak için anlaşırlar. Riley’in damarlarında çok özel, çok çekici bir kan aktığından ve kardeşi yeni bir vampir olduğundan dolayısıyla son derece vahşi bir şekilde kana aç olduğundan Riley için hayat tehlikeli bir döneme girer. Kardeşinin gazabından korunmak için bölgede yaşayan vampir ailenin genç yakışıklık muhteşem yaratığı –aynı zamanda esas adam- olan Eligius tarafından koruma altına alınır. Tabii hal böyle olunca gece gündüz yan yana takılıp, aynı evde yaşamaya başlarlar.

Riley’in bir dövmeci olduğunu, bir dükkân işlettiğini söylemiş miydim? Ya da sırtında kocaman bir ejderha dövmesi olduğunu? Gotik tarzı olduğunu falan? Sadece kişilik olarak değil görüntü olarak da dikkat çekici ve farklı bir karakter bu kız :))

Kitabın en hoşuma giden detayı vampirlerin kızın aklını okuyabilmesiydi. Hem de sadece esas oğlan değil bütün vampirler okuyabiliyor! :D Şimdiye kadar hep kızın aklı gizli kalırdı (Bkz: Alacakaranlık) ya da kız akıl okurdu (Bkz: Gündüz Ölüsü Serisi) ama bu seride öyle değil ve inanın bu çok eğlenceli! Mesela Riley, Eligius için istemeden de olsa bir şeyler düşünürken Eligius’in her şeyi duyup sırıtması hahaha :D Riley için kötü hatta rezil bir durum ama Eli ve okuyucu için çok eğlenceli :))

Kitaba 5 üzerinden 4 veriyorum.