Pages - Menu

25 Eylül 2013 Çarşamba

Heidi Betts - Kördüğüm



Heidi Betts - kördüğüm

Kördüğüm.

İsim size nasıl bir hikâye çağrıştırıyor bilmem ama ben bol entrikalı aynı zamanda romantik komedi tadında bir hikâye bekliyordum, beklediğim buldum mu peki? Maalesef hayır.

Herkesin yüksek puanlar vermesi sonucu oluşan beklentim kitabı okumaya başladıktan sonra fos diye söndü. Kitap iki rakip gazetecinin haftalık köşe yazılarında birbirlerine olan kişisel gıcıklıklarını çeşitli –komik- iddialarla yazılarına taşımasından dolayısıyla birbirlerine meydan okumasından oluşuyor.

Bir sebepten ötürü birbirine düşman olan bu iki gazeteci karşı cinslerden olunca aşk kaçınılmaz olur değil mi? Oluyor da. Gerisini anlatmayacağım çünkü okuyucuya bir şeyler kalsın istiyorum. 

Çok uzun yıllar önce bir beyaz dizi okumuştum. Detayları hatırlamıyorum fakat yine rekabetten doğan bir aşk vardı hikâyede. İki şirket yöneticisi olan çiftimiz saçma sapan komik ve ima dolu hediyeler yollayarak ortalığı kızıştırıyordu :)) Mesela birinde adam kadına bir kıyafet yolluyordu sanırım böyle açık seçik seksi bir şey kadın n’apıyordu dersiniz? O kıyafeti giyip fotoğraf çektirip kocaman afiş haline getirtip şirketin dışına asıyordu! :)))))

Kördüğüm’de de beklerdim ki kadınla adamın arasındaki meydan okumalar daha çok anlatılsın komik şeyler çıksın… Sadece son iddia ve iddiayla gelen aşkı işlemiş yazar. Kitapta sevdiğim şeylerden biri örgü kulübü ve haftada bir gece barda toplanıp eğlenmeleri. Bunu gelenekselleştirmiş olmaları çok hoşuma gitti.

Kitap aynı zamanda bir serinin ilk kitabı oluyormuş, bittikten sonra öğrendim. Kadın ve erkeğin her hafta barda toplandığı grubun üyelerinin hikâyeleri de diğer kitaplarda anlatılıyormuş. Mesela çocuğu olmadığı için ayrılan bir çift vardı onların hikâyesini merak ediyorum. 

Yazarın bu kitabını beğenmemiş olabilirim fakat diğer kitaplarını okumayı düşünüyorum. İlla ki sevdiğim bir şey yazmıştır di’mi?

5 üzerinden 2 puan veriyorum bu kitaba. 




Dylan Stone, Cleveland Herald gazetesindeki, Veronica Chasenın da başvurduğu işe kabul edilince iki gazeteci arasında amansız bir rekabet, köşe yazıları aracılığıyla sürdürdükleri bir savaş başlar. Birbirlerine bungee jumping veya rafting yapmak, dövme yaptırmak gibi konularda meydan okurlar, ilk pes eden yenilmiş sayılacaktır. Ama Veronicanın son numarası, Dylanı belki de hayatının en zor işiyle karşı karşıya getirir. Victoria Dylanın örgü örmeyi öğrenemeyeceğini iddia eder.

Dylan babaannesinin bile yapabildiği bir şeyin kendisini korkutmasına izin verecek değildir. Bir atkı örecek, Veronicanın her hafta toplanan örgü grubuna katılacak kadar cesurdur. Ancak insanın sinirine dokunacak kadar yakışıklı bir erkek olan Dylan örgü grubuna gelip bütün kadınları büyüleyince Veronica kendini çetrefilli bir düğümün içinde bulur ve bu düğüm aşka çok benzemektedir.

Öfkeleri sonsuza dek sürecek miydi?

Yoksa aşk, her düğümü çözecek kadar güçlü müydü?


15 Eylül 2013 Pazar

Dublin Caddesi - Samantha Young

Aslında çok ilginç bir hikaye yok ortada, biraz ilişkiler üzerinde yoğunlaşılmış. Ailesini kaza sonucunu kaybetmiş sorunlu kızımız Joss, yeni bir ev arkadaşı ediniyor. Yeni ev arkadaşı Ellie ve ağabeyi Braden sayesinde hayatı ve en çok da kendisi değişiyor. Peki bu değişimden ne kadar memnun? İşte onu da kitabın sayfalarını çevirdikçe öğreniyoruz. +18 olduğunu belirtmeden de geçmeyeyim.

Çok akıcı bir kitaptı, keyifle okudum. Hikaye boyunca Braden’in ters köşeleri beni öldürüdü, açıkçası onlar olmazsa pek de bir heyecanı kalmazdı sanırım. Hikayeyi sürükleyen diğer öğe de, Ellie ve  -Braden'ın arkadaşı- Adam’ın arasında geçen diyaloglar oldu. Neyse ki yazarımız geçmişlerini anlatan  " Until Fountain Bridge" adlı kitabı yayınlamış. O kitapta da Ellie’nin günlükleri yer alıyor.

Bu da benim kaleden çektiğim fotoğraf


Dublin Caddesi'nın bir artısı Edinburgh caddelerinden bahsediyor oluşuydu. Doyamadığım şehrin mimarisini gözümde canlandırmak büyük keyifti -Edinburgh Festivali, İskoçya'nın dondurucu soğuğu, Erkeklerin giydiği kiltler ve Edinburgh'un gece hayatı... Gezimde Edinburgh’ya aşık olmuştum. Bir de karakterin ağzından okumak bambaşkaydı  benim için…

Puanım  4



Dublin Caddesi

Joss geçmişte yaşadığı acıları bir kutuya kilitleyip her şeyi unutmak için Amerikadan iskoçyaya yerleşmişti ve şimdi yeni bir ev arıyordu.
Bulduğu ev Dublin Caddesindeki havalı binalardan birindeydi.
Yolda bir adamla karşılaştı.
Takım elbiseli, bronz tenli, çıldırtıcı İskoç aksanlı, maço tavırlı, seksi bakışlı Bradenla.
Joss, Bradenın her zaman kolunda taşıdığı Barbşe kılıklı kızlardan biri değildi, olmaya da hiç niyeti yoktu.

Ama insan arzularına nereye kadar gem vurabilir?
Kalbiniz başka, beyniniz başka şey söylüyorsa, hangisinin sözünü dinlesiniz?

Trajedi. Seks. Tutku. Kahkaha. Kıskançlık.

#1

New York Times Bestseller
The Wall Street Journal Bestseller
Amazon Bestseller
USA Today Bestseller

Ve 30 ülkede milyonlarca okuyucuya ulaşmış, son yılların en çok konuşulan aşk hikayesi.
(Tanıtım Bülteninden)



Sayfa Sayısı: 364

Baskı Yılı: 2013


Dili: Türkçe
Yayınevi: DEX

15 Temmuz 2013 Pazartesi

Jennifer L. Armentrout - Obsidiyen


Okudum okudum! Sonunda bir kitabı bitirdim! Yazamadığım süre boyunca inanın hiç kitap okuyamadım. Cambridge'in güzel havası beni öylesine mest etti ki, her günümü değerlendirmeye çalıştım, inanın gecelere kadar parktan dışarı çıkmadım. Neyse ki ramazanın gelmesiyle içkiyi kestim. Hoş içmesem bile hiçbir yerden de eksik kalmıyorum, o da bir gerçek. Uzun aradan sonra okumak için seçtiğim kitap Lux serisinden Obsidiyen oldu. Yazarın melez serisini çok sevdiğimden, kalemine güveniyordum ve beklentilerim beni yanıltmadı. Harika bir kitaptı, gerçi diğer kitaplarında olduğu gibi yaş ortalaması bunda da küçüktü ama ben hayal gücümle onu bir 25-26 yapmayı başardım. Kitap kahramanlarını çok sevdim, hele de kızı (normalde kız karakterleri biraz itici bulurum da) erkek karakter de tam onun zıttı, bir sinir bozucu ki anlatamam. Yani gel-git karakteriyle beni kendine bağlamadı da değil ama kızın dediği gibi tam öküz. İkisinin arasındaki elektriklenme kitabın her sayfasında hissediliyordu ki bu da zaten benim aşk kitabında en çok istediğim şey. Çabucak biten ikinci kitabı merak ettiren tatlı mı tatlı genç yetişkin kitabını size şiddetle tavsiye ediyorum. Daha fazla detay verip de heyecanı kaçırmak istemiyorum çünkü ben kitap konusunu okumadan başladım belki de bu yüzden büyük keyif aldım.
Lux 1 -Obsidiyen

Her şeye yeniden başlamak çok berbat.
Annemle birlikte Batı Virginiaya taşındığımızda, kendimi sıkıcı işlere adamıştım, ta ki tüyler ürpertici yeşil gözleri ve kaslı vücuduyla yan komşumuz karşımda dikilene kadar.
Ama işler tahmin ettiğiniz gibi gitmedi.
O, ağzını açtı.
Daemon hem kabaydı hem de kendini beğenmiş bir pislikti.
Birbirimizden hoşlanmamıştık. Tam hikâye burada bitiyordu ki bir kazaya uğradım ve Daemon zamanı dondurarak beni kurtardı.
Yakışıklı uzaylı komşum üzerimde bir iz bırakmıştı.
Yanlış okumadınız. O, bir uzaylı. Daemon ve kız kardeşinin yeteneklerini çalmak isteyen düşmanları vardı ve Daemonın bıraktığı iz bütün düşmanları başıma toplamıştı.
Bu korkunç durumdan canlı kurtulmak içinse tek yapmam gereken üzerimdeki uzaylı izi etkisini yitirene kadar
Daemonın yanından ayrılmamaktı.

7 Mayıs 2013 Salı

Elle Jasper - Cehennem Taşı





Bu kitabı esas kız için bile okurdum. Riley Poe okuduğum en güçlü kadın karakterdi. Hayatı boyunca hemen her rezilliği yaşamış, ergenlik ve asilik döneminde bulaşmadığı pislik, çirkinlik kalmamış. Sonra bilge bir adam olan komşusu, onu, o kötü hayattan alıp doğru yola sokmuş. Riley, lafı ağzında, hiç kimseye eyvallahı olmayan kendine yeten güçlü delikanlı gibi bir kız. Erkek karakterimiz Eligius ise eşit derecede güçlü ve sözünü geçirmek konusunda fazlasıyla etkili bir karakter.

Kitabın olayı kısa şöyle: Riley Poe, kardeşiyle birlikte yaşayan sorumluluk sahibi bir abladır. Bir gün ergen kardeşi bir hata yapar ve vampir kanı nüfuz eder vücuduna. O günden itibaren tuhaflaşır ta ki Riley kardeşinin vampire dönüşmek üzere olduğunu anlayana kadar. Bu noktada Riley’i kötü yaşamdan uzaklaştıran bilge adam devreye girer ve Riley olmadığını sandığı vampirlerin var olduğunu öğrenir. Bir çeşit vampir anlaşması yapıldığından bölgede yaşayan bir vampir ailenin yardımıyla kardeşini ve arkadaşlarını kurtarmak için anlaşırlar. Riley’in damarlarında çok özel, çok çekici bir kan aktığından ve kardeşi yeni bir vampir olduğundan dolayısıyla son derece vahşi bir şekilde kana aç olduğundan Riley için hayat tehlikeli bir döneme girer. Kardeşinin gazabından korunmak için bölgede yaşayan vampir ailenin genç yakışıklık muhteşem yaratığı –aynı zamanda esas adam- olan Eligius tarafından koruma altına alınır. Tabii hal böyle olunca gece gündüz yan yana takılıp, aynı evde yaşamaya başlarlar.

Riley’in bir dövmeci olduğunu, bir dükkân işlettiğini söylemiş miydim? Ya da sırtında kocaman bir ejderha dövmesi olduğunu? Gotik tarzı olduğunu falan? Sadece kişilik olarak değil görüntü olarak da dikkat çekici ve farklı bir karakter bu kız :))

Kitabın en hoşuma giden detayı vampirlerin kızın aklını okuyabilmesiydi. Hem de sadece esas oğlan değil bütün vampirler okuyabiliyor! :D Şimdiye kadar hep kızın aklı gizli kalırdı (Bkz: Alacakaranlık) ya da kız akıl okurdu (Bkz: Gündüz Ölüsü Serisi) ama bu seride öyle değil ve inanın bu çok eğlenceli! Mesela Riley, Eligius için istemeden de olsa bir şeyler düşünürken Eligius’in her şeyi duyup sırıtması hahaha :D Riley için kötü hatta rezil bir durum ama Eli ve okuyucu için çok eğlenceli :))

Kitaba 5 üzerinden 4 veriyorum.



28 Nisan 2013 Pazar

Kiera Cass - The Elite

İlk kitaptaki düşüncelerim yerle bir oldu! America’yı sevmeye başladım mı ne? Bu kitapta onun için çok üzüldüm, Maxon’a öfkelendim ama çoğu zaman hak verdim. Kitabın başları güzel olmakla birlikte sonlara doğru bir gelişmeler oldu ki elimden bırakamadım. Çok yürek burkucuydu ama yaaa…

6 kişi kaldıktan sonra rekabet kızışsa da America’yı asıl endişelendiren, Maxon’ın kalbine sahip olsa bile Illea prenses olmaya uygun olup olmamasıydı. Sınıf sisteminin ne demek olduğunu içlerinde en iyi bilen o olmasına rağmen, bazı durumlarda soğukkkanlılığını koruyaması ona dert açıyordu. Bu kitapta America’nın bir başkaldıışı vardı ki “helal be yürü kızım kim tutar seni” dedim. Tabi hareketlerinin sonuçları da çoğu zaman ağır oldu. 

Prens Maxon ezik püzük, babasına başkaldıramayan biri gibi gözükse de temelde halkını düşünen, bunun için de çabalayan biri olduğunu görüyoruz. Görüyoruz derken çok fazla şey değil belki ama düşünceleri ve yaptığı küçük şeyler aslında sandığımız kadar da babasına bağımlı ve sistemi kabullenmiş biri olmadığını gösterdi bu kitap.

Üzülerek belirtmekteyim ki bu kitapta America’nın karşına bi rakip çıkıyor, Kriss. Bir rakibin olmasının asıl sebebi de America’nın kendisi, çünkü Prense tam olarak bir cevap veremiyor. Bu yüzden Maxon America tarafından yüzüstü bırakılacak olursa eğer kendisine ikinci bir uygun aday düşünmek zorunda, bu nedenle olabildiğince diğer kızlarla da vakit geçiriyor. 

Aspen tek kelimeyle olağanüstü, böyle bir karakter yaratıp bir de ona mutsuz son yazarsan bouzuşuruz yazarcım, çünkü en iyisini o hakediyor. Düşünceleri, aşkı, görev sorumluluğu… tek kelimeyle mükemmel biri. 

Kitapta maalesef ki Maxon ve America’nın birbirlerine olan güvenlerinin sarsıldığını görüyoruz, benim için yürek burkan olay buydu. Ancak bu yine de kötü bir şey değildi benim için, üçüncü kitabı okumayı daha çok isteme neden oldu. Hatta ilk kitaba verdiğim üç puanı beşe yükseltmeyi bile başarttı. 

*Spoiler vermemek için zor tuttum kendimi, beklenmedik çok şey okudum bu kitapta :P
Kitabın sonlarına doğru bu şarkı aklıma geldi, sözlerinin tamamı uymasa da nakarat kısmını ben bağdaştırdım. Bitirdikten sonra dinleyin, beğenecek misiniz bakalım!

Video Games by Lana Del Rey on Grooveshark

15 Nisan 2013 Pazartesi

Karanlığın Efendileri serisi: En Karanlık Gece


Karanlığın Efendileri Serisi – En Karanlık Gece (ilk kitap) 



Maddox ve arkadaşlarının lanetlenmiş hikâyesini duydunuz mu? Ya da Ashlyn’in kocaman aşkını? Okuyacak kitap arayanlara öneriyorum bu kitabı, çok keyif alarak okudum. Siz de okuyun derim.  

Hikâyemiz mitolojiye dayanıyor. Daha önce Tanrıça’yı okumuş ve mitolojik serilere bayılmış biri olarak sevdim kitabı. Maddox ve arkadaşları yani Karanlığın Efendileri tanrılar tarafından DimOuinak adlı kutuyu koruma amacıyla yaratılmış savaşçılardır. Kutuyu koruma görevi bir süre sonra kadın savaşçı Pandora’ya verilince bizim haşin savaşçılar bu duruma sinirlenir ve savaş çıkartır. Savaş esnasında kutu açılınca tanrılar çok sinirlenir ve savaşçıların her birini farklı bir lanetle cezalandırır.

Ceza sonucu her savaşçının içine birer iblis yerleşir. Maddox-şiddet,  Lucien-ölüm, Reyes-acı, Paris-şehvet, Aeron-gazap, Torin-hastalık şeklinde…

Hepsi içindeki iblise göre hareket etmek zorunda kalır, çoğu zaman iblise ayak diremeye çalışıp onu kontrol etmek isteseler de yenildikleri anlar olabiliyor. Maddox içindeki şiddete yenilenlerden biri. Bir gün sinirlenip Pandora’yı öldürdüğü için tanrılar tarafından ikinci kez lanetlenir ve tıpkı Pandora’nın öldüğü gibi her gece karnından kılıç yaraları ve dayanılmaz acılar eşliğinde ölmek zorunda kalır. Her gece ölüp ertesi sabah diriliyor yani, savaşçılar ölümsüz çünkü.

Bu lanetli savaşçılar Budapeşte’de yüksek tepeler üzerine kurulu bir kalede yaşarlar. Yaşadıkları bölgenin insanları gizemli ve yardımsever oldukları için savaşçılarla ilgili efsaneler üretirler. Çoğuna göre onlar birer melek :) Yalan da değil hani :P

Serinin ilk kitabı daha çok Maddox ağırlıklı, sanırım her kitapta farklı karakterin hikayesi olacak ki böyle olması hoşuma gider açıkçası çünkü diğer karakterler de birbirinden ilginç.

Kahramanları ve esas adamımızı (Maddox) anlattım sıra geldi esas kızımız Ashlyn’e.  Ashlyn kızımızın Budapeşte’ye gelişi tamamen iş amaçlı olsa da kahramanlarımızla tanışma şekli kesinlikle bilinçlidir. Ashlyn psişik bir güce sahip. Üzerinde olduğu toprakta geçen tüm konuşmaları duyma özelliğine sahip. Konuşmaların hangi zamana olduğunun hiçbir önemi yoktur çünkü o konuşulmuş olan her sesi duyabiliyordur. Çocukluğundan beri duyduğu bu sesler yüzünden zor bir hayat geçirdiğinden bu durumdan bıkmıştır artık. Bir parça sessizlik ve huzur için her şeyi yapabilecek hale gelmiştir.

Budapeşte gezisi sırasında insanların ve kulağına gelen geçmiş seslerden tepede yaşayan “melekler” ile ilgili ilginç bilgiler edinir. Tepedeki adamların ona sesler konusunda yardım edebileceklerini düşünüp tepeye çıkar.

Aynı anlarda Maddox kaleye yaklaşan yabancılar olduğunu tespit edip silahlanıp ormana iner. Kalenin etrafındaki kötü kişileri hakladıktan sonra Ashlyn’le karşılaşır.. Ashlyn ise Maddox’la aynı ortamda bulunduğu andan itibaren sessizliğe gömüldüğünü büyük bir sevinçle fark eder. Öyle hoşuna gider ki bu durum Maddox’ın uyarılarını ve tehdit olabilme ihtimalini kulak arkası yapıp Maddox’la birlikte kaleye gitmek zorunda kalır… Maddox ölüm zamanı yaklaştığından kızın icabına bakamaz çünkü ilk andan itibaren kızdan etkilenir hatta kız için kuralları bile çiğner.

Savaşçılar, kutu, aşk, Tanrılar derken avcıları unutuyordum az daha. Avcılar kahramanlarımızı öldürüp dünyadan yok etmeye çalışan kişiler oluyor. Maddox ve arkadaşları kaleyi en çok da avcılardan korumak için çalışırlar. Ashlyn bu nedenle ilk andan itibaren hep bir tehdit olur kahramanlar için ama Maddox ilginç bir şekilde Ashlyn’i korur çünkü ikisi de müthiş bir çekim gücüne kapılırlar…

Her ne kadar devamını anlatmak istesem de okuma keyfinizi kaçırmak istemediğimden susuyorum. Kitabı öneriyor muyum? Tabii ki evet! Okumalısınız bence.  Yazar teyzemiz aşık olunacak kötü adamlar yazmış. 

Serinin ilk kitabını beğendim bu yüzden puanım 5 üzerinden 5.


Serinin ikinci kitabı olan En Karanlık Öpücük sırada bekliyor. Okur okumaz yorumumu yapacağım.

14 Nisan 2013 Pazar

JAMIE McGUIRE - TATLI BELA


Kitap hakkında ne yorum yapacağımı bilemiyorum desem :P Keyifle okuduğumu itiraf ediyorum ama inişli çıkışlı ilişkileri beni delirtmedi diyemem. Obsesif olduklarını düşünsem de aralarındaki aşkı sevdim. Hele öyle sahneler vardı ki okuduktan sonra işte bu dedirtti bana. Travis ne istediğini bilen bir karakter olduğu için onu çok sevdim, tabi çok ağır hataları da oldu ama onlar olmasaydı da tatsız tutsuz bir kitap olurdu kanımca.Travis için ayrı üzüldüm, Abby için ayrı… Kitabın hikayesi iyi hoş da karakterlerin yaşlarının küçük olması hikayeyi ciddiye almamı zorlaştırdı diyebilirim, sanırım tek kusuru bu oldu.
Aşıksan başın belada!
Abby Abernathy karanlık geçmişiyle arasına mesafe koymuş olan, alkol kullanmayan, küfür bile etmeyen kendi halinde bir kız, fakat hayatını dövüşerek kazanan ve vücudu dövmelerle kaplı yakışıklı Travis Maddox onun hayatını değiştireceğe benziyor.
İyi kız ve kötü çocuk… Bu birliktelik bir aşkın mı habercisi yoksa bir felaketin mi?
Tatlı Bela sadece bir “bestseller” değil, uluslararası bir fenomen. Yayımlandığı günden beri tüm dünyada büyük yankı uyandıran bu kitabı okumayan kalmayacak.
Gayet akıcı bir kitaptı, sevdim. Sorunlu karakterlerin yer aldığı romantik kitapları seviyorsanız, bu kitabı kesinlikle okumalısınız. Bu kitap için benim puanım 4. Bir de Travis’in ağzından yazılmış kitabı okuyayım, bakalım puanım değişecek mi?

10 Nisan 2013 Çarşamba

Tanrıça - Aimée Carter


Mitolojiyi sever misiniz? Sevdiğinizi umuyorum çünkü sizlere mitolojik bir kitap tanıtacağım. Tanrıça, üç kitaptan oluşan serinin ilk kitabı. Sizler de benim gibi mitolojiye ilgi duyuyorsanız eğer bu kitabı seveceksiniz. Mitolojik kahramanların bolca yer aldığı efsanelerden yola çıkılmış okuyucuyu içine çekecek bir seri çıkarmış yazar.



Teste tabi tutulan her kız öldü. Şimdi Katein sırası. Katein hayatı, en başından beri yalnızca kendisi ve annesinden ibaret olmuştur ancak şimdi annesi ölmek üzeredir. Peki ya son isteği? Çocukluğunu geçirdiği eve geri dönmek. Bu nedenle Kate bir yandan annesinin sonbaharı çıkaramayacağından endişelenirken, diğer yandan da hiçbir arkadaşı ya da akrabası olmayan bir yerde yeni bir okula başlayacaktır. Sonra Henry ile tanışır. Karanlık, ıstırap dolu ve büyüleyici biri olan Henry, Ölüler Diyarı tanrısı Hades olduğu iddiasındadır. Üstelik, bir anlaşma yapmanın karşılığında, tabi tutulacağı testi geçene kadar Katein annesini hayatta tutacaktır. Kate, Henrynin çıldırmış olduğundan emindir. Ta ki ölü bir kızı hayata döndürdüğüne tanık olana kadar. Artık annesinin hayatını kurtarmak gözüne delicesine mümkün görünmektedir. Testleri geçmeyi başardığı takdirde Henrynin gelecekteki eşi ve bir tanrıça olacaktır. Fakat başarısız olursa… "Büyüleyici ve kendini zorla okutan bu kitap, klasik mitler ve modern hikâyeciliği eğlenceli ve tuhaf bir dille yeniden şekillendiriyor. Genç kızlar için muhteşem bir hikâye."Melisa Anelli

İlk başlarda kitap normal seyrinde devam ederken bir anda olayların heyecanına kaptırabilirsiniz kendinizi. Şahsen ben fazlasıyla kaptırdım. İkinci kitabı okumak içi her ne kadar ölüyor olsam da bilerek bekletiyorum, bekleme heyecanı güzel oluyor :) Ve en önemli sebep henüz üçüncü kitabın Türkçe’ye çevrilmemiş olması. Ephesus, duy sesimi.

Kitabın konusuna değinirsek… Kate, annesi ölmek üzere olan genç bir kızdır. Annesinin son isteğini yerine getirebilmek için, annesinin doğup büyüdüğü kasabaya taşınırlar. Annesinin isteğine istemese de boyun eğen Kate okul değişikliği yaşayacağı için tedirgindir.

Okula başladığı ilk gün bir arkadaş ve düşmanımsı bir arkadaş edinir. Bir süre sonra düşmanımsı arkadaşının daveti üzerine gittiği bir partide arkadaşının   -evet düşmanımsı arkadaşının hayatını- kurtarmak için garip bir çocukla anlaşma yapar. Bu çocuk ölüler diyarını tanrısı Hades olduğunu iddia etmektedir; ve anlaşma karşılığı Kate’in ölen arkadaşını hayata döndürür.

Kate şaşkınlıktan bir süre kimseye bir şey anlatamaz hayal gördüğünü düşünür ta ki… Gerisi yok okuyun :P
Kate’in mitolojik dünyaya, tanrıların, tanrıçaların kol gezdiği bir dünyaya adım attığı andan itibaren kitap daha da güzelleşiyor. Testten geçip geçmediğini onaylayacak bir Tanrılar konseyi var mesela kitapta sonra Kate’in hayatını tehdit eden, testi geçmesini istemeyen bir tehlikeli düşman var falan… Arka kapakta yazan teste tabi tutulan her kız öldü cümlesinden anlayacağınız üzere teste tutulması gereken son aday Kate olur. Testlerin gerçekleşmesi sonucu o kadar güzeldi ki okumanız lazım. Test sonunda şaşkınlıktan öylece kaldım. Fena heyecanlı ilerledi kitap.

Kitabın sonu iyi bir yerde bitti. Kate’in sonraki dönemini okumak için bir an önce ikinci kitabı almalıyım :) Her gün yeni yeni seriler çıkıyor, yetişmek ve seçmek zor oluyor. Gönül rahatlığıyla Tanrıça serisini okuyabilirsiniz. Yalnız bir şartım var, Henry’ye aşık olmak yasak! :P

Kitaba beş üzerinden dört veriyorum.

Kitap Kuzusu Luna, benden daha şanslı. Serinin hepsinin bir çırpıda okuyuvermiş. Onun mini yorumu ve puanı ise şöyle: 

Serinin tüm kitaplarını okuyan biri olarak her kitapta hikaye biraz daha güzelleşiyor diyebilirim. Hele son kitapta o kadar heyecanı kalbim nasıl kaldırdı anlamıyorum :S Çok çok güzeldi. Bu kitap sayesinde Young- Adult serilerine çok daha ılımlı bakmaya başladım ve bu seri kesinlikle 5 puanlık seri diyebilirim :)


9 Nisan 2013 Salı

Lisa Kleypas - Nisan Yağmurları



Lisa Kleypas’ın her kitabını seviyorum dersem yalan olur ama çoğu kitabını favori yazarlarımın yazdığı kitaplardan daha çok seviyorum. Mesela serinin üçüncü kitabı ‘Sevgim Sana Ait’, okuduğum en iyi historicallardandır benim için. Çünkü ben tarihi kitaplarda çoğu zaman eğlenceli diyaloglar arayan bir okuyucu olmuşumdur. Aslında bu kitap hakkında da çok şey yazmak isterdim ama üzerinden çok zaman geçti, tekrar okuduktan sonra belki hakkında detaylı bir yazı yazarım :)

 Arka kapakta ne yazıyormuş:
Uygun bir koca arayışıyla geçen üç Londra sezonunun ardından Daisy Bowman’ın babası, kızına kesin bir dille koca bulması gerektiğini söyler. Hem de hemen. Ve eğer Daisy uygun bir talip bulamazsa, babasının seçtiği adamla evlenmek zorunda kalacaktır: acımasız ve soğuk Matthew Swift’le. Daisy dehşete düşmüştür. Bir Bowman yenilgiyi asla kabul etmediği için, o da biriyle… Matthew dışında herhangi bir taliple evlenmek için her şeyi yapmaya karar verir. Ama Matthew’un dayanılmaz çekiciliğini hiç hesaba katmamıştır… ve kısa süre sonra aralarında ikisinin de karşı koyamadığı ateşli bir aşk başlar. Daisy yıllardır nefret ettiği Matthew’un aslında hayallerinin erkeği olduğunu öğrenecektir.
Serinin dördüncü kitabı Nisan Yağmurları, beklediğim etkiyi bende yarattı. Özeti ilk okuduğumda bu hikaye çok eğlenceli olacak demiştim ve öyle de oldu. Mathew karakterini pek bir sevdim. Daisy kızımızın Matthew hakkında öyle olumsuz düşünceleri vardı ki bazen ben bile şüphelendim, doğru seçim mi diye. Özellikle Daisy’nin ablası Lilian adamın her bir tavrının altında yaran bir plan olduğunu düşündüğünden –adamın iç sesini duyduğum halde- ben de istemiyorum onu diyecek hale gelmiştim o derece:P Bir insanın üstüne bu kadar gidilmez.. Ama Daisy ve Matthew aşkını, St. Vincent ve Evie aşkından bile çok sevdim diyebilirim.

Benim için iyi bir historicaldı, bu yüzden 5 puanı haketti. Eğlenceli ve aynı zamanda duygusal bir historical arıyorsanız tam size göre.

Judith McNaught - Sana İhtiyacım Var


Sana İhtiyacım Var…
Bu kitap yazarını düşününce biraz ilginç bir hale geliyor. Çünkü yazarı Judith McNaught. Judith okuyucuları bana göre ikiye ayrılıyor: Tarihi romanları daha çok sevenler ve günümüz romanları daha çok sevenler şeklinde. Günümüz romanları daha çok seven biri olarak beni hayal kırıklığına uğratan bir roman oldu Sana İhtiyacım Var.

Biri bana yazarını söylemeden okumamı ve yazarla ilgili tahminler yapmamı isteseydi eğer Judiht McNaught adını anmazdım asla… Onun böyle bir kitap yazabilmesine şaşırdım. Diğer günümüz romanlarıyla karşılaştırdığımızda fazlasıyla sönük kalıyor bu kitap. Esas adamın başarızlığa uğrayan ve servetini kaybeden bir adam olması… Esas kızın daha önce… Esas kızla ilgili bilgiyi yazmamalıyım sanırım, spoiler olacak çünkü. Sadece esas kızın daha öncekiler gibi olmadığını söyleyebilirim.

Kitap her şekilde ilginç. Olaylar çok hızlıydı iki hafta içinde mutlu son oldu. Kitap güzeldi ama yazarının Judith olduğu gerçeği akla gelince bir kalıyor insan. Herhangi bir yazar tarafından yazılmış bir kitap olarak düşününce güzel diyebiliyor ancak insan. Hiçbir şekilde bu kitabın birinin favori kitabı olduğuna inanamayacak kadar sabit fikirliyim şu an.

Kitabın içeriğine değinirsem eğer biraz sevinirsiniz bence :) Katie özgürlük düşkünü tek başına yaşayan zengin mutlu bir kız… Ve şirketi başarısızlığa uğradığı için maddi anlamda dar boğaza giren yakışıklı, akıllı –her kitapta olduğu gibi- kızların etrafında fır döndüğü Ramon. Adı bile tuhaf esas adamın, ah Judith teyze! Neyse. İkilimiz bir barda tanışıyor. Ardından başı derde giren kıza yardım eden Ramon’un eve kahve içmesiye gitmesiyle durum arkadaş-flört kıvamına geliyor. İkilimiz hemen ertesi gün için buluşup sözleşiyorlar birkaç gün boyunca aralarındaki çekime direnerek takılıyorlar. Katie zengin olduğu için zaman zaman Ramon’un çiftçilikle uğraşmasından rahatsız olsa da bir başkası adamla ilgili kötü yorum yaptığında kızacak kadar önem verir adama. Yine de adamı kendine denk görmediği zamanlar ya da utandığı anlar olmuyor değil. Ramon birazcık gizemli takılır maddi durumundan ötürü ve Katie Ramon’un davranış şeklinden hep şüphelenir. Ramon’un gururunu kıracak hareketler yaptığında kitap başında çokça kızabilirsiniz Katie hanıma. Ben kızdım pisliğe.

Birlikte bir süre zaman geçirdikten sonra Ramon, Katie’ye bir teklifte bulunur. Katie şok olur teklif karşısında. Ahlaksız teklif değil, no panik :D Hızlı demiştim ya size işte bu noktada işler daha da hızlanıyor.

Tabii Katie’nin spoiler olmasın diye size söylemediğim durumuyla ilgili sıkıntıları olduğundan Ramon’a karşı hiçbir zaman net olamaz. Hep bir sorun hep bir mesafe olur aralarında. Ramon her ne kadar bu korkuları yenmek için adımlar atsa da olayların seri gelişimi ve Katie’nin korkularıyla yüzleşememesi kitabı genel anlamda sona ulaştıran konu olur.

Mutlu son’a varmadan önce Ramon’la ilgili duygu analizi okumak isterdim :) En azından Katie’ye dolayısıyla biz okurlara aşkını anlatmasını isterdim. Böyle deyince de Ramon’u odun sanmayın, kitaptan geriye aklıma kalan tek replik ona ait. Katie için, “Her sabah sevildiğini bilerek uyanacak,” şeklinde bir şey söylemişti. Ne kadar hoş değil mi? :)

Kitaba beş üzerinden 2 veriyorum.
 

 

3 Nisan 2013 Çarşamba

Rüzgarda Savrulan Küller: Sürükleyici bir aşk hikayesi..




RÜZGÂRDA SAVRULAN KÜLLER




Kuzey ve Güney’in birbirleriyle savaş halinde olduğu bir dönemde Güneyli bir delikanlının Kuzeylilerle yapmak zorunda kaldığı bir yolculukla başlıyor hikâye. Daha sonra kendisini “Al” diye tanıtacak olan bu delikanlı kendisini kuzeyli serserilerden kurtaran başka bir kuzeyli askerle devam eder yolculuğuna.

Kuzeyli bir yüzbaşı olan Cole’un delikanlıya yardım etme sebebi tamamen doktorluk mesleğinden gelen insancıl bir şeydir. İlk andan itibaren aralarında Güney-Kuzey didişmesi başlar. Al, çaresiz olduğu için yüzbaşının yardımını kabul etmek zorunda kalır.

Al, yüzbaşının yardımıyla amcasının evine vardığında bir telaş sarar herkesi. Al’in fingirdek kuzini, Roberta’nın, yakışıklı yüzbaşıdan hoşlanmasıyla durum daha da vahim bir hale gelir.

Amca Angus ve yenge Al’in üstü başı perişan halde kir pas içinde görmenin yarattığı şaşkınlık dışında evlerinde Kuzeyli bir asker olmasının kızgınlığını yaşarlar. İlk şok geçip yüzbaşı daha sonra teşekkür için -Fingirdek kuzin tarafından- yemeğe davet edildikten sonra olay netlik kazanır.

Al aslında 17 yaşında genç bir kızdır. Ailesi ve evini kaybettikten sonra kuzeyli askerlerin başına musallat olması yüzünden saçlarını kesip yüzünü kirletip erkek gibi gezmek daha doğrusu yolculuk etmek zorunda kalır. Kıyafetler ve kir genç kız kimliğini gizlediğinden kimse şüpheye düşmez. Maalesef Al -gerçek adıyla Alania- uzunca bir süre erkek kimliğiyle gezmek zorunda kalmaya devam edecektir.

Kuzeyli askerimiz yakışıklı doktorumuz Cole, Alania’yı hastanede ayak işlerini yapması için işe alır. Amcasına yük olmak istemeyen Alania havada kapar tabii işi, savaştan ötürü herkes geçim derdine düşmüştür çünkü.

Alania ve Cole gibi didişmeden duramayan iki kişi olarak bir iyi bir kötü tatlı-sert modunda çalışmaya başlarlar. Hastanede atom karınca gibi hızlı çalışır Alania, hemen herkes sever kızı, hastalara arkadaş olur çoğu zaman. Her ne kadar sürekli didişseler de hastaneden biri Alania’ya kötü davrandığında bizim Kuzeyli doktor Cole kızı korur :)

Güzel bir kız için hele de genç bir kız için erkek kılığında dolanmak çok zor olur. Alania sabahı erkenden kalkıp yüzüne gözüne kir pas bulaştırıp kısacık kestirdiği saçlarını dağıtıp, eski püskü kıyafetlerle işe gitmek zorunda kalır. Fingirdek kuzini süslü süslü ortalıklarda salınırken bizim zavallı dilenci gibi gezer hep.

Hayat Alania için yeterince zor değilmiş gibi bir de kuziniyle uğraşmak zorunda kalır. Fingirdek kuzin daha ilk gördüğü anda kafayı doktora taktığından bir süre sonra işler sarpa sarar ve bir de bakmışız Kuzeyli doktor ve Alania aynı evde yaşamak zorunda kalmış!

İkilimiz sürekli birbiriyle uğraştığından aynı evde yaşamak zorunda kalmaları benim için komikti. Mesela çok kritik ve gergin bir anda bizim alania en dilenci haliyle odaya daldığında Cole bütün sinirini kızdan çıkarmıştı: “Tanrı aşkına Al, sen yıkanmak nedir bilmez misin?!” Çok gülmüştüm bu sahnede :D Cole ne kadar temiz bir adamsa Alania o kadar kir pas içinde biriydi haliyle bu banyo muhabbetinden dolayı sık sık atışmaları güldürüyordu beni :D

Cole’un, Alania’nın kız olduğunu anladığı sahne ve öncesi çok karışık. Alania için yaşanacak o kadar çok olay hazırmış ki yazar bilemezsiniz… Bence yazar kitabı ve yarattığı karakterleri o kadar çok sevdi ki bir türlü ayrılamadı ve bu yüzden yazdıkça yazdı. Başka bir açıklaması yok :D Kötü demiyorum tabi yanlış anlaşılmasın çok sürükleyiciydi kitap, bitti dediğimiz anda başka olayların su yüzüne çıkması sürükleyici olmuştu bence. Yazarı da anlamak lazım ayrılamamış bir türlü n’apsın :)))

Bu arada Esas adamın Cole olduğunu anlatabildim di’mi? Bir yanlışlık olmasın lütfen! :) Ama işte esas adam olduğunu ve esas kızın yanı başında kir pas içinde dolaştığını öğrenmesi o kadar kolay olmuyor elbette. Önce birkaç salaklık etmesi lazım, sürünmesi lazım sonra haaa deyip jetonu düşmeli falan… Yok öyle tepeden esas adam olmak.

Kitabı anlattıkça anlatabilirim yalnız bunu fark ettim. Ama anlatıp okuyucunun keyfini kaçırmak istemiyorum. Sadece şunu bilin ki kitap sürükleyici ve şaşırtıcı ilerliyor her daim. Yazarın hayal gücüne hayran kaldığım çok an oldu. Nasıl öyle şeyler çıkarıp yaşattı kahramanlara bilmiyorum.

Alania karakteri okuduğum kadın karakterler arasında favorim oldu diyebilirim. Çünkü kız her daim akıllı ve güçlüydü. O çenesi yok muydu o çenesi, hep güldürdü beni :D

Kitabı okumak konusunda tereddüdü olan varsa hala kızarım :)) Okuyun, sonra gelip yorum yapın. Spoiler vermeden anlatacağım diye göbeğim çatladı burada!

Kiera Cass - Beni Seç


Nerede “Beni Seç” afişini görsem, America karakteri aklıma geliyor ve sinirleniyorum. Sanırım Gabriel’in Cehennemi’ndeki kitap karakterlerinden sonra en sinir bozucu bulduğum karakter, tabi bunda yazarı suçlamalıyım neden kızı böyle ikilemde bıraktı diye.
 ***
Bu distopik romanda birbirini deli gibi seven bir çiftimiz var, Aspen ve America. Ne yazık ki Aspen, America’nın bulunduğu sınıftan bir düşük seviyedeki ‘hizmetkarlar’ sınıfında. ikisinin de bulunduğu sınıflar yaşamını geçindirmesi zor olan sınıflar ancak America’nın bir avantajı var. Prens Maxon gelecekteki eşini seçiyor ve America da her kız gibi bu “seçim” etkinliğine başvurma hakkına sahip. Belki de şans onun yüzüne güler ve bu seçim sayesinde kendini bu zalim hayattan kurtarma şansını yakalar. Aspen de America’yı ne kadar çok sevse de önünde onun böyle bir imkanı varken denememesini saçma bulur. Çünkü birlikte yaşayacakları gelecek, sefaletten başka bir şey değildir. 
 ***
Çoğu  romantik kitapta sevdiceğinin geleceği için fedakarlık yapmak zorunda kalan erkek karakterleri okuduk ve onlara sempati duyduk. Ama yazarımız bu kitapta America’nın diliyle Aspen’i öyle bir suçluyor ki – işi neredeyse kızı başka biriyle aldatmaya getiriyor- ister istemez siz de Aspen’e bir kin duyuyorsunuz. Zaten böyle bir durum olmasa Prens Maxon’ı bu kadar kolay sevebilir miydim, bilemiyorum?!

Prens Maxon için söylenecek söz yok, omuzlarındaki yük şuydu buydu demeyeceğim. Halkı büyük sefalet çekiyor, gerçekleriden uzak bir yaşam sürse de kayıtsız kalmıyor ve gereken neyse yapmaya çalışıyor. America’yı büyüleyen de Prensin bu özelliği oluyor. Prens her şeye rağmen America’nın her türlü şımarıklığını tolere ediyor, ben de prensin en çok bu yönünü sevdim. Çünkü sınıfı ne olursa olsun, kendini kurbanlık koyun gibi hissetse de Prens onu orada zorla tutmuyordu ki ,kime bu afra tafralar, kabalaşmanın ne anlamı var canım.

Gerçekten kitapta America karakterini hiç sevemedim, ilk kitapta daha çok karakterlerin kişilikleri üzerine yoğunlaşılmış, çok fazla gelişen bir şey olmadı. Bu yüzden sırf Aspen ve Maxon için seriyi okumaya devam edeceğim. Umarım America’nın birazcık daha olgunlaştığını görürüm de onun karakterini okumak bana eziyet gibi gelmez :)

Puan olarak da duygusallık bakımından ikilemde bıraktığı için 2 ama yarattığı karakterlerden Maxon okunmaya değer olduğu ve eleştirdiği dünya nedeniyle de puanını 3,5 ‘a yükselten bir kitap oldu benim gözümde :)

Karen Marie Moning / Ateş Serisi I-II


KARANLIK ATEŞ –  Kan Ateşi / Karen Marie Moning





Ateş serini duydunuz mu bilmem ama ilk iki kitabını hemen okudum. Seri toplamda beş kitaptan oluşuyor. Türkiye’de hali hazırda ilk üç kitabı yayınlandı, devamını merakla bekliyoruz.

İlk kitap Karanlık Ateş ile başlıyor. Yirmi iki yaşında mutlu bir genç kız olan Mac adında bir kızın, ablasının okumak için gittiği İrlanda’da öldürülmesiyle değişen hayatını anlatıyor. Ablanın ölümü aile için tam bir yıkım olur ama Mac bunu kolay kolay kabul etmez. Polislerin katille ilgili hiçbir iz bulamaması üzerine İrlanda’ya gitmeye karar verir Mac. Ailesi gitmemesi konusunda çok ısrar etse de anne-babasını gözü yaşlı ve kırgın bırakıp yollara düşer.


Kardeşinden gelen iki sesli mesajı dinledikten sonra gitme kararı iyice güçlenir. Daha ilk günden hem kardeşinin sesli mesajları hem de geldiği gece barda yaşadığı küçük bir olay tuhaf şeylerin olduğu konusunda ipuçları verir.

Olayların başlangıcı ise Mac’in bir kitapçıya girip “Şi-sa-du” kelimesinin anlamını sormasıyla olur. Ertesi sabah kitapçının sahibi olan Barrons oteline kendisini ziyaret eder. Barrons, Mac’e derhal ülkeyi terk etmesini, evine dönmesi gerektiğini aksi halde bu şekilde çok fazla yaşamayacağını söyler ama bizim kız dinlemez tabii.


Barrons ile yolları tekrar kesiştiğinde Mac sadece romanlarda okuduğu fantastik şeylerin var olduğunu öğrenir. Yazılışı Sinsar Dubh okunuşu Şi-sa-du olan şey aslında herkesin ele geçirmek istediği bir kitaptır. Kitap kan döküp savaşılacak kadar değerlidir. Mac’in kardeşi de ölmeden önce bıraktığı iki sesli mesajda bu kitaptan bahsedip onu mutlaka bulmalıyız başkasının eline geçmemeli şeklinde şeyler söylemiştir. Mac’in amacı kardeşinin katilini bulmaktır, Barrons’un ise kitabı ele geçirmek.

Barrons, Mac’in bir Sidhe Kahini (Şi Kahini şeklinde okunuyor) olduğunu anlayınca onu dedektör olarak kullanmaya başlar. Bundan sonra ikilimiz kitap peşinde koşmaya başlar. Ama olay sadece bundan ibaret değildir çünkü kitap o kadar değerli ve açıklanamayan bir güçtür ki peşinde olan çokça kişi vardır.

Kitapta Kahinler dışında farklı karakterler de var. Mesela Melunlar, gölgeler, Fae’ler, Seks bağımlısı Priyalar ve V’lane’ler…





Karanlık bölge diye bir yer var gündüzleri terk edilmiş harabe bir mahalle görünümünde olsa da akşam çöktüğünde gölge’lerin cirit attığı ölümün kol gezdiği bir bölgeye dönüşüyor. Gölgelerden korunmanın tek yolu ışık! Bu yüzden Mac yanında fener olmadan adım atmıyor.

Fae’ler ise cinler, periler diye nitelendireceğimiz yaratıklar. Kendi içlerinde kastları, zümreleri hatta liderleri falan var. Ölümcül seks Fae’si var mesela ki Mac adamı her gördüğünde farkında olmadan soyunmaya başlıyor. Bu Fae, ölümcül derecede seks Fae’sidir yani onunla birlikte olduktan sonra öleceğinizi bilseniz bile yine de onunla birlikte olmak isteyecek kadar güçlü bir Fae. Yaydığı etki ve görüntüsü karşısında direnmek için ölümcül bir güce sahip olunmalı yoksa gitti…

Mac bir yandan kız kardeşinin katili aramak için ipucu bulmaya çalışırken diğer yandan Barrons ile birlikte hiç göremeyeceği kadar karanlık ve tehlikeli yerlere giderler. Mac kendisi FGO dedektörü adını takar. FGO Fae Güç Objesi anlamına geliyor. Sinsar Dubh’yu ararlarken kitabı buldukları takdirde etkisini gücünü kullanabilmek için bu tarz objelere ihtiyaçları vardır.

Mac sıradan bir kızken Şi Kahini olduğunu hatta ikinci kitapta aile geçmişiyle ilgili farklı şeyler öğreniyor. Serideki en büyük sırlardan biri şüphesiz Barrons!

Adam her şeyiyle sır. Mac ile birlikte seri boyunca bilgi kırıntıları topluyoruz. Yazar o kadar iyi saklamış ki adamı daha ne olduğunu bile bilmiyoruz. Mac ile aralarında tuhaf bir ilişki var. Sürekli bir didişme ve birbirlerini kollama durumunda yaşıyorlar. Barrons her defasında hayatını kurtarır kızın. Aralarında bazen çekim gücü olsa da Barrons hep gizemli olduğundan adı konulacak bir şey çıkmaz ortaya =) Serinin devamında Barrons’la ilgili çok daha fazla bilgi edineceğimizi umuyorum. Hatta Mac ile aralarında bir şeyler olacağını düşünüyorum bunun sinyallerini ilk kitaptan beri alıyordum zaten ama ikinci kitapta bir tık daha emin oldum.

Yazarın Barrons’u bu kadar saklamasından bir şeyler çıkar mı merak ediyorum. Belki de ters köşe olmaya hazır olmalıyız =)

Gizemli ölümcül güce sahip Sinsar Dubh denilen kitabı çok merak ediyorum. Kitap ne zaman ellerine geçecek, geçtiğinde neler olacak hep bir gizem. En çok da Mac’in kitaba yaklaştığında ortaya çıkan hastalığı ilginç. Kitap o kadar güçlü ki Mac ve Barrons ona yaklaştığında Mac hastalanıp kendinden geçiyor her seferinde. Daha önce hiç kimse Sinsar Dubh’a bu kadar yaklaşmamış. Barrons, Mac sayesinde kitabın hangi ortamda olduğunu anlayabiliyor çünkü Mac Şi Kahinin olmanın verdiği özel güçlere sahip. Fae objelerini ve kitabı hisseden tek kişi olduğu için ölümcük seks Fae’si V’lane ve yaşlı bir kadın olan Rowena da Mac’in peşinde. Her ikisi de kızın kendi taraflarına geçmesini istese de Mac şimdilik Barrons’un yanında kalır ne de olsa kaç kez ölümden kurtardı Barrons kızcağızı =) Mac, adamın yanında kalmasına rağmen iyiler ve kötüler diye bir liste çıkardığında Barrons’u ne tarafa koyacağına bir türlü karar veremedi. Ben Barrons’un iyi olduğuna ve kitabı kötü niyetli bir şekilde istemediğine inanıyorum ama yazarın ne yapacağını kestiremiyorum.

Hareketli ve heyecanlı bir seri, çok beğenerek okudum. Üçüncü kitabı okumak için sabırsızlanıyorum, ikinci kitap o kadar heyecanlı bir yerde bitti ki anlatamam! Sinsar Dubh’ı aramak için kalkıp Dublin’e gideceğim neredeyse :P