Miles Halter, ünlülerin son sözlerine bayılan sıradan bir gençtir. Evindeki güvenli hayata katlanamadığından François Rabelais'nin ölmeden hemen önce "Büyük Belki" olarak betimlediği bilinmezin ne olduğunu bulabilmek için yatılı okula yazılır. Onu Culver Creek Lisesi'nde, aralarında Alaska Young da olmak üzere pek çok şey beklemektedir. Zeki, komik, son derece seksi ama bir o kadar perişan halde olan Alaska, Miles'ı kendi labirentine sürükleyecek ve "Büyük Belki" arayışında ona yol gösterecektir. Michael L. Printz Ödülü'ne layık görülen Alaska'nın Peşinde, bir hayatın başka bir hayat üstünde ne kadar kalıcı izler bırakabildiğini muhteşem bir dille anlatıyor.
John Green’i keşfetmeye devam ediyorum. İlk kitabım “İlk Aşk” olmuştu. Geçen hafta bloğa yazmıştım. Okumak isteyenler için: *tıklayınız* Keşif devam ediyor, ikinci kitabım: Alaska’nın Peşinde. Bu kitabı spoiler vermeden nasıl anlatacağımı bilmiyorum, zor olacak. Bir yerden başlayalım, merak etmeyin spoiler olmayacak.
Yazıya geçmeden önce kitabın tıpkı Aynı Yıldızın Altında gibi
film olacağını haber vermek isterim. Şimdiden film için kitabın yayın hakları
alınmış. Fanlar kendi çapınca oyuncu seçip afiş bile hazırlamış :)
Kitap, Miles karakterinin yatılı liseye gitmeye karar
vermesiyle başlıyor. Ünlü isimlerin ölmeden önceki son sözlerini
ezberlemeye/okumaya meraklı olan Miles, bir şairin ölmeden hemen önce söylediği
“Büyük belki”yi bulmak için yatılı okul olan Culver Creek okuluna gitmeye karar
verir.
Miles, oda arkadaşı olan Chip nam-ı diğer Albay ile tanışır
önce. Sonra Albay’ın sigara kaynağı olan Alaska Young ile tanışır ki Miles,
Alaska’yı gördüğü an ondan etkilenir. Alaska deli dolu, eğlenceli ve erkek
paradigmasını yıkmak isteyen feminist bir kızdır. Daha sonra ise Takumi ve Lara
ile tanışarak küçük bir arkadaş grubu oluşturur, Miles.
Fanlar tarafından yapılmış bir çizim, kitabın özeti diyebiliriz. Foto-kaynak |
Arkadaş edindikten sonra Miles için Culver Creek unutulmaz
anlarla dolu bir yolculuk olur adeta. Hayatı boyunca yapmadığı şeyleri,
yaşamadığı ilkleri bu okulda bu arkadaş grubuyla yaşar. Yaşadığı ilkler
hayatının en eğlenceli dönemine denk geliyor aynı zamanda. İlk sarhoşluğunu, ilk
öpüşmesini, ilk aşkını, ilk hayat tecrübesini ve olay lisede geçince üstüne bir
de yatılı okul olunca eğlenceli eşek şakaları da yaşanan ilklerden olabiliyor..
Kitap geriye doğru bir gün sayımı ile başlıyor ve yarısına
kadar sürüyor bu sayım. Her bölüm başlığı bir iki diye değil de bilmem kaç gün
gün önce diye başlıyor. İlk başta pek
önemsemiyorsunuz ama günler azaldıkça geri sayımın nereye varacağını çok merak
eder bir hale geliyorsunuz. Geriye sayımın sonunda nihayet o gün geldiğinde
açıkçası beklemediğim bir şeyle karşılaştım. Öylece kalakaldım diyebilirim.
Üstelik olayla ilgili minik ipuçları olduğunu görüyorsunuz daha sonrasında
fakat yine de şaşırtıyor insanı. Kitap o noktadan sonra geriye sayımı
bitiriyor.
John Green yine çok güzel karakterler çıkarmış. Albay’ın maç
sırasında rakip oyuncuları kızdırma huyu ve bu huyundan edindiği rekor çok
eğlenceliydi. Takumi’nin dedektifçilik oynaması, Alaska ve Albay’ın intikam
şakaları.. Hepsi kitabı eğlenceli yapan unsurlardı. Dünya dinleri öğretmeni
olan ve İhtiyar Adam diye bahsedilen hocanın derslerini çok sevdim, o
satırlarda bilmediğim şeyler okudum. Aynı şekilde Miles’ın araya serpiştirdiği “son
sözler” de çok güzeldi. Ama en çok Labirent konusunu sevdim. “Acılar
labirentinden nasıl çıkacağız?” sorusu uzunca zaman aklımda kalacak sanırım ve
pek tabii Generalin Labirenti kitabı okuma listeme eklendi bile.
Kitabın sonundan da birkaç kelam etmek gerekirse eğer,
kesinlikle güzel bir finaldi. Sondaki o yazı çok hoşuma gitti.
Bir John Green keşfinin daha sonuna geldik. Bir sonraki
kitabım: Kağıttan Kentler olacak.